Yeryüzünde duygusal ihmal kadar acı vereni yoktur.

Bu öyle bir histir ki; güneşin tüm evreni ısıtıp sadece ona yetmediği gibi suçluluk uyandırır çocuk benlikte.

Sevgisizlik birine yarar mı bilmem ama esas olan bu borç, derinlerde gel beni duy diye varoluşsal kaygıyla çırpınan çocuk benliğin hesabına yazar.

Çocuklar ayrılma-bireyleşme sürecinde hem özerkliğini ilan etmek hem de ebeveynin ilgisini üzerine çekmek için gizlenmeyi seçebilirler. "Ceee ee" oyununda olduğu gibi birilerinin kendilerini saklandığı divanın altında bulup, ebelemesini beklerler. Bu durum bağımsızlığın denendiği, ancak ebeveynin güven verici varlığına da ihtiyaç duyulduğu bir döneme işaret eder.

Peki bakım veren duygusal olarak hiç gelmezse?

İşte o zaman disasiyasyonlarla (kişinin bilinç, bellek, kimlik, algı ve çevre ile ilgili duyumlarında bir kopukluk veya bütünlüğün bozulması durumu) ortaya çıkan duygusal küntleşme (duygulara yabancılaşma, duyguların belirgin şekilde donuklaşması), bedeni duygulardan kopararak insanı büyük bir yaşam mücadelesiyle karşı karşıya bırakır.

Annesinin sevmediği zavallı çocuk başka sevgilerde de kendini güvensiz hisseder, başka sevgileri de alıp kabul edemez, 'annesinin sevmediğini kimse sevemez'.

Görülmeyen, duyulmayan, annesinin gözlerindeki ışıkla aydınlanmamış çocuklar, yutağında kalan sevgisizliğin hesabını borçlanarak, kendi beden ve zihinlerini karanlıkta bırakmakla cezalandırırlar.

Küskün yetişkinler, büyüdükleri evde öğrendikleri ilişki tarzını yetişkinliğe taşıyarak, sorumluluk almadan umdukları şeyin değişmesini beklerler hem de aynı yanlışla kendilerini defalarca kez sınayarak; halbuki değişim aktarılan duyguları sahiplenmekle değil kendine ait olup olmadığını sorgulamakla mümkündür. Omuzlara yüklenmiş evvelden miras kalan duygusal borçtan kurulmakta fayda var.

Psikoterapi, hangi duygunun ev sahibi, hangisinin misafir olduğunun anlaşıldığı, bedenle duyguları barıştıran büyük buluşmaya katarsis yoluyla ev sahipliği yapar.