Bu devirde maalesef her şeyi bilen çok da kendini bilen az. Hatırlatmakta fayda var.

Bazen biri konuşuyor...

Kendinden o kadar emin ki, içimden diyorum ki:

"Bu adam kesin profesör"

Ama konuya bir kulak kabartıyorum.

Limonun faydaları.

Yani. Limon!

Aslında mesele çok net.

Bilmeyen, bildiğini zannediyor.

Çünkü neyi bilmediğini bile bilmiyor.

Özgüven? Tavanda.

Bilgi? Raflarda değil.

Şüphe? Asla yok.

Ama yorum? Her konuda var.

Uzmanlığa gerek yok, his yeterli!

Şöyle bir durup düşünün.

Kaç kişi var gün içinde, hiçbir fikri olmadığı konulara giriş yapan?

Herkes bir şeyin uzmanı.

Komşu ev ekonomisti, hala bilirkişi, kuzen ilişki terapisti.

Ama referans ne?

"Bir video izledim YouTube'da, bir anlatıyor ki..."

İnsan doğası da işte tam burada devreye giriyor:

Bilmedi mi? Uydurur.

Anlamadı mı? Yargılar.

Kavrayamadı mı? Küçümser.

O zihin rahatlığıyla öyle kesin konuşur ki, sen kendinden şüphe edersin!

Hele o "az bilenler" yok mu. En çok onlar konuşur.

Sormaz, sorgulamaz, şüphe etmez.

Kafasında bir doğru vardır.

Onu da sallar havada bayrak gibi.

"Ben böyle biliyorum!"

E tamam da. Nereden biliyorsun?

"Yani. Biliyorum işte!"

Ve ne yazık ki günümüzde en yüksek ses, en derin bilgiden değil, en sığ düşünceden çıkıyor.

Çünkü gerçek bilgi usul usul fısıldarken. Cehalet eline megafonu almış, mahalleyi ayağa kaldırıyor!

Biri bilmeden bağırınca, herkes dönüp bakıyor,

Ama bilen sessiz kalınca.

“Hah, o da bilmiyor!” diye düşünüyorlar. Oysa sessizlik bazen en büyük bilgeliktir,

Bağıranlar ise çoğunlukla sadece boşlukta yankılanan çığlıklar.