Yolculuk, uzun ve yorucu,

Yolculuk bazen çıkmaz sokak.

Hadi susma konuş, sesin bana güç veriyor,

Sessizlik zihnimi tırmalıyor, susma konuş.

"Nefesini duymalıyım, annemin şimdiye kadar hiç duymadığım ninnisini unutturuyor nefesin. Sakın ben uyumadan ışığı kapatma, ya da sen uyu ben senin soluğunun ninnisiyle uyuyayım. Ses olsun yeterki, yoksa annemin sözsüzlüğünde boğulacağım. Televizyon mesela beni uyutsun, sessizlikte çıldıracağım. Annemin sessizliği, annemin sözsüzlüğü beni delirtecek."

Saydam bir ayna çocuğu olduğu gibi duygularıyla, ihtiyaçlarıyla ve varoluşuyla geri yansıtır. Ya ayna kırıksa, işte o zaman kimlik denilen ben olma biçimleri de sekteye uğrar. Çocuğun kırık aynaya yansıyan parçalanmış aksı kendi içindeki bütünlüğünü bozar, bu yok olma tehdidi yetişkinlik yaşantısı boyunca bireyi ötekinin gözünde nasıl göründüğüyle ilgili aşırı meşgul olmaya iter.

Sürekli onay arayışları, aşırı sosyalleşme, ötekinde görünürlük uğruna kendinden vazgeçme, reddedememe, yok sayamama, hayır diyememe, sürekli kendinden verme, başkalarının verdiklerini kabul edememe, karşılıksız sürekli iyilik yapma, çevresiyle abartılı meşguliyet, duygulara yabancılaşma, öfke patlamaları, sebepsiz gözyaşları...

Kulağa tanıdık geliyor mu?

İhmal; çocuğun ruhsal inşası için ihtiyaç duyduğu "görülme" harcının eksik kalmasıdır. Ayna kırıksa, çocuk kendi suretini birleştiremez ve ömrü boyunca o parçaları (kimliğini) dışarıda, başkalarının gözlerinde bir araya getirmeye çalışır.

Var olan annenin yokluğu, insanı sınayan en meşakkatli yolculuktur. Bu yoksunlukla büyüyenler başka hiçbir gönülde yer tutamaz, annenin sevmediğini kimse sevemez. Annesi tarafından görülmeyen çocuk, benliğine iğreti bir yama gibi tutturduğu değersizlik inancına tutunur. Zamanla gerçeğine dönüşen bu kusur, çocuğu annesinin gözündeki o 'yetersiz' kişiye dönüşmeye mahkûm eder.

Taa ki bir terapi odasında bu gerçekle yüzleşen dek. Bakım verenin yokluğu benlik bütünlüğünü bozan en büyük tehdit olsa da çocuk benlik ancak ötekinin aynasında bütünleşip bir olabilir. Terapi odası, ihmalin sessiz çığlığını dindiren bir ses, boşlukta savrulan benliğin tutunabileceği sağlam bir daldır. Terapistin şefkatli ve koşulsuz bakışıyla yeniden doğan benlik; gidenin, hatta aslında hiç var olmamış olanın yasını tutabildiğinde iyileşir. İşte o zaman o büyük acı, hayat kitabının bir sayfasına ataçla tutturulmuş, yeri belli bir söze dönüşür.