Beyin görüntüleme sistemleri gösterdi ki toplumsal bağın anahtarı, etkileşimde olan kişilerin davranışlarını olduğu kadar tüm duyularını sinirsel ağlar vasıtasıyla karşılıklı olarak harekete geçiren ayna nöronlarla ilişkilidir.
Bu durum insanın yaratılışındaki sosyal bir varlık olma içgüdüsüyle de birebir örtüşüyor. Kendini başkasının bedeninde gibi hissedip; onların yaşamlarını kendi yaşamın içindeki bir parçaya dönüştürme durumu evrimsel psikolojinin ilkeleriyle de örtüşüyor.
Empatiyi bir başkasının duygusuna şahit olma durumuyla eş güdümlü olarak o duyguya otomatik olarak eşlik etme, hissedilen duyguyu birlikte yaşama arzusuna istemsizce karşılık verme durumu olarak açıklayabiliriz.
Bir nöron nasıl olur da gözlemlenen eylemleri, benzer eylem seslerini ve eylemlerin yarattığı duyuları birbirine bağlayabiliyordu? Beynimiz nasıl oluyordu da birbirine sarılan bir insanın görüntüsü retinamıza düştüğü andan itibaren bize birinin dokunmasıyla oluşan duyuya bağlayıp beraber işlemleyebiliyordu? Kokuların beyin üzerinde oluşturduğu etki sayesinde aynı anılar yıllar sonra yeniden etkileştiğinde nasıl da sevdiğimiz birinin kokusu bedene geri çağrılabiliyordu?
Madem ki insanın insana bakışı, beyindeki nöral ağları ateşleyerek paylaşılan devreleri kullanmak suretiyle böylesine bir ayna görevi üstleniyor öyleyse hakkında düşündüklerimiz üzerinde etki uyandırmak da toplumsal bilişin oluşmasında ortak bir çalışma gayreti taşımak da mümkün görünüyor.
Koşulsuz kabul ve empatinin sağladığı güvenli ortam, danışanın kendini açmasını ve terapistle derin bir bağ kurmasını mümkün kılar. İşte bu noktada, ayna nöronlar devreye girer. Terapist, danışanın anlattığı duygusal deneyimlere odaklandığında ve empatiyle karşılık verdiğinde, beynindeki ayna nöronlar aktive olur. Bu nöronlar, terapistin, danışanın yaşadığı acı, kaygı veya sevinç gibi duygusal durumları zihinsel olarak simüle etmesini sağlar. Terapistin bu içselleştirilmiş deneyimi, danışanın kendisini anlaşılmış hissetmesini pekiştirir.
Terapötik ilişkinin bu nörobiyolojik temeli, koşulsuz kabulün sadece sözel bir ifade olmadığını, aynı zamanda beyin seviyesinde gerçekleşen ve iyileşmeyi destekleyen somut bir mekanizma olduğunu gösterir. Ayna nöronların bu empatiyi yansıtan etkisi, danışanın kendi duygusal dünyasını kabul etmesine giden yolda güçlü bir köprü görevi görür.
Terapistle danışan arasında kurulan bu iyileştirici ilişkiye kanıtlanmış dönüştürücü gücü olan bir sihir dersek yanılmış olmayız.