GÜNDEM

Baba sevgisinin Tanrı inancıyla ilişkisi üzerine..

Sağlıklı bir kişilik yapılanması, gerçek benlik ile ideal benliğin tutarlı olmasıyla ilişkilidir.

Abone Ol

Bilinçli olan ile bilinç dışı ihtiyaçların birbiriyle örtüşmesi insanların inanç sistemlerini derinden etkiler.

''Öteki ben" ile "gerçek benin" barışıklığı ancak Tanrı inancıyla mümkün olabilir. Nasıl ki rüzgarlı havada boş bir poşet savrularak uçuyorsa, insan da ancak Tanrı inancıyla içini doldurduğunda savrulmaktan kurtulur. İnançsızlık durumuna, ruhsal evimize yuvarlanan ben ve öteki arasında savrulmaktan bir konağa yerleşememe durumu, evsizlik, yersizlik, yurtsuzluk diyebilir miyiz öyleyse?

Tanrı evi baba yüreği gibidir. Baba yüreğine sığabilen çocuklar ancak soyut bir anlam taşıyan ve hislerle duyulabilen Tanrının varlığını, sevgisini, birliğini, ululuğunu kabul edebilir. Çünkü bir çocuk için Tanrı olsa olsa güçlü, kudretli, yenilmez, güven veren, koruyup kollayan bir babaya benzeyebilir. Böylece inanç duymak, ben ve öteki arasındaki içsel boşluğun korkunçluğuna tahammül etmeyi mümkün kılar.

Carl Jung baba kompleksi ile Tanrı inancı arasındaki ilişkiye değinmiştir. Jung'a göre baba arketipi, kolektif bilinçdışında yer alan ve otorite, düzen, yasa ve ruhsal güç gibi kavramları temsil eden güçlü bir imgedir. Kişinin kendi babasıyla olan deneyimleri, bu arketipin bireysel tezahürünü ve kişinin dünyayla, özellikle de Tanrı veya yüce bir varlık kavramıyla olan ilişkisini önemli ölçüde etkileyebilir.

Jung'un yaklaşımında, çocuklukta babayla kurulan ilişki, bireyin daha sonraki yaşamında Tanrı imajını nasıl algıladığını şekillendirebilir. Örneğin:

* Pozitif Baba Kompleksi: Eğer bir kişi babasını güvenilir, koruyucu, adil bir figür olarak deneyimlediyse, bu durum onun Tanrı'yı da benzer şekilde güvenilir, adil ve merhametli bir varlık olarak algılamasına yol açabilir.

* Negatif Baba Kompleksi: Babayla olumsuz deneyimler (örneğin, babanın yokluğu, eleştirel, baskıcı veya ihmalkar olması) ise kişinin Tanrı imajını da olumsuz yönde etkileyebilir. Bu durumda Tanrı, cezalandırıcı, ulaşılmaz, kayıtsız veya hatta kötü bir figür olarak algılanabilir.

Öyleyse inanç duymayanlar, güvensiz bir evde büyüyerek ruhsal çatışmalara yenik düşmüş sığınaksız çocuklar olabilir mi?

Psikoterapinin esaslı marifeti, danışanın içsel dünyasındaki alengirli güvensizliğe yeni bir baba modeli olabilmek dersek yanılmış olmayız.