İnsan zihninde ne varsa söze dökülen, onu soyut dünyadan somut dünyaya taşımış olur. Söylediğimiz her söz, zihnin bedene verdiği buyruktur, bir nevi "Ol" emridir; kendi gerçekliğimizi, ilişkilerimizi ve yaşantımızı şekillendirirken ağızdan dökülen her söz bedene bürünerek, görünmeyen ruhsal alemdeki bir hiçlikte vücut bulur.
İnsan varoluşunun en temel mekanizması olan gerçekliğin inşası, insanı konuştuğu şeye dönüştüren ve onun dünyasını kelimelerle ören bir anlam yaratmaktır. Anadolu bilgeliğinin en büyük temsilcilerinden Yunus Emre: "Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı, söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz." derken insan zihninin ağızdan çıkan söz ile, dilerse dünyaya hükmedecek bir kudrete sahip olduğunj, dilerse de en acılı yaşantılara merhem olacak bir sihir olduğunu kastetmemiş midir?
Psikoloji biliminde söz zihinsel yapının mimarıdır. Psikanalizin temeli, travmanın dile döküldüğünde "şeytanın kovulması" (catharsis) prensibine dayanır. İsimsiz bir acı, bedende semptom (ağrı, felç) olarak kendini gösterir. Ancak hasta bu acıyı kelimelere döktüğünde yani sembolize ettiğinde, acı "fiziksel" alandan "zihinsel" alana taşınır ve yönetilebilir hale gelir. Öyleyse söz, hastalığı sağlığa dönüştüren bir simyadır dersek yanılmış olmayız.
Terapide "sözün iyileştirici gücü" üç ana mekanizma ile işler: İsimlendirme, yeniden çerçeveleme ve içselleştirme.
Danışanlar genellikle ne hissettiklerini tam olarak bilemezler; sadece yoğun bir huzursuzluk, bedensel bir sıkışma veya bulanık bir korku hissederler. Terapi odasında danışanın terapistin sağaltıcı müdahaleleri ile hissettiği duyguyu bedene taşıyarak somatikleştirmesi, yeniden bunu duyumlayarak isimlendirmesi beklenir.
Danışan olayları genellikle kısıtlayıcı ve kendini suçlayıcı bir çerçeveden algılar ve anlatır. Terapist, danışanın kendisiyle ilgili anlattığı yıkıcı ifadelerin yerine farklı bir pencereden kendini görmesi için olaya yeni bir bakış açısı (çerçeve) sunar.
Terapinin nihai hedefi, danışanın terapiste ihtiyaç duymadığı bir noktaya gelmesidir. Bu da terapistin "sözünün" (sesinin), danışanın iç sesine dönüşmesiyle mümkündür. Çocuklukta ebeveynlerin eleştirel, yargılayıcı veya ihmalkâr sözleri kişinin eleştirel, cezalandırıcı iç sesini yükselterek ruhsal aygıtlarının dengesini bozmuştur. Terapistin seanslar boyunca ısrarla kapsayıcı, empatik, gerçekçi ve şefkatli bir dil kullanması sözün iyileştirme kapasitesini göz önüne serer. Terapistin sözleri danışanın benliğine yeni bir kendilik örmesinin, en güzel motifini oluşturur.