Her nasıl bir ilişki içinde olursak olalım tek gerçek var ki o da ne kadar uzakta olduğuna bakılmaksızın içine doğduğumuz ailenin bizdeki temsilleriyle bir yaşantı kurabildiğimiz gerçeğidir.
İçine doğup büyüdüğü ailenin bir temsili olan çocuk, gökyüzü gibi her an birlikte olduğu aile atmosferinin yaşattığı duyguların eşliğiyle kendine bir yaşantı kurabilir. Bu bedenin ve zihnin eşlikçiliği ile duyumlanarak inşaa edilen yeni ev kiminde kırık dökük kiminde sağlam duvarlarla örülmüştür.
Beden, adeta sessiz bir kara kutu misali, geçmişin tüm izlerini titizlikle kaydeder. Ebeveynlerin sergilediği şefkatli, iyi dokunuşları ya da yaralayıcı, kötü etkileşimleri; derinden hissedilen güven ya da güvensizlik hissini; içten sevgi ve kabullenmeyi ya da yaşatılan sevgisizliği ve ihmali hücrelerine dek içselleştirir. Çocukluk yaşantısında hissedilen bu bedensel ve zihinsel kayıtlar, bireyin dünyayla kurduğu ilişkinin de temelini atarak yetişkinlikte dünyayı algılama biçimine dönüşür.
Anne babadan miras kalan sevgisizlik ve güvensizlik gibi hayati değer taşıyan duygular çocuğun ruhsal dünyasında hak etmemişlik olarak yankılanır. Gelişimsel psikolojiye göre çocuk, "bir şey eksik o da benim benliğimde, sevgisiz kalmak da güvensiz olmak da benim suçum" diyerek ebeveynlerin yokluğunun hesabını kendi benliğine keser. Böylece hayatta kalabilmek için bu sorunu içselleçtirerek çözmeye çalışır. Yetişkinlikte sevgiyi, merhameti kabul edemeyenler çocukken kendi başındaki karı eritmeye mecbur kalan ihmal edilmiş çocuklardır.
Kısaca insanın neyi kendisine hayat felsefesi yapacağı ebeveynlerinin kendisine eşsiz bir erguvan kokusu gibi mi yoksa zararlı bir diken çalısı gibi mi muamele ettiğine bağlıdır. Olumlu koşulsuz kabulle sarılan her çocuk erguvanmış gibi koklanır, sarıp sarmalanır. Benliği kabul görmeyen çocuk ise diken çalısı gibi iğnelerini önce kendisine sonra da başkalarına batırarak uyumsuz bir yaşam sürer.
Bugün hissedilen duygular, aslında geçmişte eksik kalmış, karşılanmamış ihtiyaçların günümüzde konuşan dilidir. Bu nedenle, sembolik olanın, yani görünen davranış veya belirtinin ardındaki asıl olana bakmak gerekir. Psikoterapi, kişinin türlü savunma mekanizmalarına ve kıyafetlere bürünmüş yetersizliklerini, zafiyetlerini ve eksikliklerini çıplak, dolaysız halde gören ve onlarla yüzleşmeye olanak tanıyan ender bilim dallarından biridir.




