İnsan ancak ötekinin aynasına yansıyan aksı kadar var olur, ötekinin varlığında görünür kılar benliğini; aksi taktirde hayatta kalması imkansızdır.
Anne karnında hislerle doğumdan sonra ise gözlerle anlamlandırılan benlik, bir ötekinin aynasından kendi varlığının anlamını bulur. Anne nasılsa, kendini nasıl algılıyorsa onun silüeti aynanın üzerine öyle düşer. Ruh eşliliği, bu eş düzey aynalarda anne ve çocuğun yankısını birbirine geçirir. Her doğumla yeni bir benlik doğuran anne, sahip olduğu aynalara yeni bir aks yansıtır. Bu aks yenidoğana kendinden taşırdığı anlamdır.
Nasıl bir insan olacağımıza onların aynaları karar verir. Silikse, pusluysa, kirli veya kırıksa o ayna, yansıttığı da ancak kendi gerçekliği kadar olacaktır. Bunun üzerine atalarımız öyle derin sözler deyivermişler ki ebeveynin gerçekliği çocuklarına nasıl yansır asırlarca söylene gelmiş: 'Armut dibine düşer', 'anasına bak kızını al', 'aslan yattığı yerden belli olur', 'ağacın kurdu içinde olur', 'gördüğünü işler, duyduğunu söyler', 'babasının oğlu, anasının kızı'... 'Bundan bir şey olmaz' denilen çocuk ondan hiç şaşırtmaz ana-babasını.
Mutsuz annelerin çocuklarına bir bak gözlerinin feri sönmüştür erken yaştan, sevecen annelerin çocuklarına da bir bak onların gözlerindeki ışıltılıyı taa uzaktan görürsün. Mutsuz kadınlar/erkekler ya mutsuz eşler çağırırlar kendilerine ya da kendilerine hak gördükleri mutsuz bir yaşama mecbur ederler evliliklerini. Annesinin sevmediği zavallı çocuk, hiçbir sevgiye layık göremez kendini. Değerli biri gibi görülmüşse de, yok sayılmışsa da bilmeden klavuzunu ona göre yazar, atını hep o yöne sürer insan.
Terapilerin en büyük vaadi, patolojik ebeveynlerin aynalarından çocuklarını kurtarmaktır. Bu kurtarış, otantik benliğin aynalanması ile mümkün olur. Terapistin danışanın iyileşeceğine dair olan inancı kendi aynasından ona yansır. Bazen yalnızca dinleyen, yön göstermeyen ama hep orada duran biri gerekir. Psikoterapistin varlığı İlk kez sahiden kendimizi bize duyuran bir anlam taşır.