GÜNDEM

Adalet gecikmez tez verilmeli!

Medya03’te Rasime Fedakar’ın konuğu olan AKÜ MYO Öğretim Görevlisi Türker Göksel, “Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu ‘Destanlar Burcu’ şiir kitabında şöyle diyor: “Ekmek, su, aş bulmak gecikebilir. Devlete baş bulmak gecikebilir. Temele taş koymak gecikebilir. Adalet gecikmez, tez verilmeli” diyor. Şimdi adaleti sağlamak da yeterli değil. Gecikmeyen, hemen tez verilecek bir adalet ortaya koyacağız. O zaman çocuklarımız hakikaten diyecekler ki evet biz doğru bir yerdeyiz.” dedi.

Abone Ol

Medya03’de Rasime Fedakar’ın hazırlayıp sunduğu ‘Sözün Özü’ programının konuğu AKÜ MYO Pazarlama ve Reklamcılık Bölüm Başkanı Öğrt.Gör.Türker Göksel oldu. Programda; sosyal medya, eğitim, kuşak farkı ve Z kuşağın konuşuldu.

ÖĞRENCİ GELDİĞİM ÜNİVERSİTEYE ÖĞRETİM GÖREVLİSİ OLARAK ATANDIM

Afyonkarahisar’a 1992 yılında öğrenci olarak geldiğini ifade eden Göksel; “1969 Samsun doğumluyum. İlk, orta ve lise eğitimini Samsun'da tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Kırıkkale Meslek Yüksekokulu işletme bölümünü bitirdim. Akabinde 1992 yılında Kocatepe Üniversitesi İktisadi İdari İlimler Fakültesi Maliye Bölümüne geldim. Oradan mezun olduktan sonra 1997 yılında görev yapmaktan onur duyduğum Afyon Meslek Yüksek Okulunda öğretim görevlisi olarak atandım ve o günden bugüne Anadolu'nun çocuklarını, evlatlarını bu topluma yetiştirmeye çalışıyoruz. Sadece akademisyenliği bir ders boyutu içinde hiçbir zaman değerlendirmedim. Uluslararası ve ulusal projeler yaptım. Öğrencilerimin yurt dışını tanımasını çok istedim. Ben buna ilk 35 yaşındayken tanıklık ettim ama kendi öğrencilerimin yirmili yaşlarının ortasında yurt dışında uluslararası projeler marifetiyle bulunmalarını sağladık veya ön ayak olduk. Bir akademisyenin yapması gereken birçok şeyi yaptığımıza kanaati getirdik.”

BU ÜLKEDE TAŞ ÜSTÜNE TAŞ KOYAN HERKES BİR KAHRAMANDIR

Ülkede taş üstüne taş koyan kahramanları çoğaltmak gerektiğini ifade eden Göksel sözlerini şöyle sürdürdü: “Ben 1997’de ilk ders vermeye başladığımda öğrencilerime şunu söylemiştim: ‘Heyecanımı kaybettiğim gün emeklilik dilekçesi vereceğim.’ Şimdilerde pek emeklilik dilekçesi vermek gibi bir niyetim yok. Cenab-ı Allah sağlık verdikçe bu ülkenin çocuklarına, evlatlarına kadim kültürü, alanımız her ne kadar pazarlama olursa olsun rahmetli Necip Fazıl'ın dediği gibi ‘Oluklar çift. Birinden nur akar, birinden kir.’ Kiri göstereceksiniz ama kiri göstermek yetmiyor. Artık o güzel, temiz kaynağı da ortaya koymak lazım. Ben bu topraklarda severek çalışan insanların, üreten insanların, taş üstüne taş koyan değer katan, fayda, katma değer üreten insanların her birini bir kahraman olarak ilan ediyorum. Öğrencilerime de onu söylüyorum. Çünkü istihdamı hazırlayacağımız insanlar ortaya çıkartmaya çalışıyoruz. Eğer reel ekonomide onlara istihdam edilebilecek iş alanları açamazsak ki girişimciler marifetiyle ortaya koyuyoruz. Bizim yaptığımız şeylerin bir anlamı kalmıyor. Dolayısıyla o ülkede taş üstüne taş koyan herkesin bir kahraman olduğuna inanıyorum ve kahramanlarımızı çoğaltmamız gerektiğine inanıyorum.”

TOPLUMDA BİR YOZLAŞMA VAR

“Aklı selim insanların kötüyü-iyi, iyiyi daha iyiye dönüştürecek bir paradigma üretmeleri gerektiğine inanıyorum.” diyen Göksel şunları söyledi: “Bir yara var ama bu yarayla ilgili bir merhem var mı? O da var. Ben büyük büyük laflar edilmesinden ziyade, o büyük resmi meydana getiren parçaların hangisinde problem olduğunu teşhis edilmesini çok fazla önemsiyorum. Çok değer verdiğim bir büyüğüm ‘Biz parçada bütünü kaybeden insanlarız’ dedi. Üzerinde bir tam gün düşündüm. Biz parçada bütünü kaybeden insanlarız. Nedir bu? Şöyle bir iddia var ve herkes büyük büyük laflar ediyor. Biz yeni bir medeniyet tezi yazmalıyız diyorlar. Diyoruz ki medeniyet dediğiniz şey 3 şeye dayanır: Nomos, Betos ve estetik. Yani kurallar, ahlak ve bedbaht. Bunların bir araya gelmesi lazım. Demek ki bunların bazılarının zaafiyete uğramasıyla karşı karşıyayız. Yaşadığımız toplumsal yaşama bir eleştiri getiriyorsak. Sokağa affedersiniz çöp atan insanlar varsa. Var mı? var. Yanlış yere park eden insanlar var mı? Var. İnsanlara gülümsemeyen insanlar var mı? Var. Sabahleyin günaydın demeyen komşularımız var mı? Var. Demek ki ortada hakikaten bir yozlaşma var. Ben şunu çok merak ediyorum. Yerde ekmek gördüğünde onu yerden alıp öpüp başına koyup ayak altından kaldıran bir toplum nasıl oluyor da elindeki muz kabuğunu herkesin kullanabileceği bir kamusal alana pervasızca fırlatır hale geldi.”

KAPİTALİZM AHLAKİ SINIRLARIN ÇOK ÇOK ÖTESİNDE BİR ÇUKUR MEYDANA GETİRİYOR

“Kapitalizm bugünkü dünya insanlarının başına en büyük belaları açıyor.” diyen Göksel konuyla ilgili şu detayları paylaştı: “Amerika'nın çok önemli bir dergisi var İş Dünyası dergisi. Onun kapağında şöyle diyor: “Hristiyanlıktaki 7 ölümcül günah, iş dünyasının 7 vazgeçilmez değerine dönüştü.” Günah olarak nitelendirdiği şeyi bugün kapitalizm en önemli sıçrama tahtasının 7 basamağı olarak ortaya koyuyor. Şunu kabul edelim: Bize hız ve haz çağını servis ediyorlar. Ben 4 H diyorum. Hız ve hazzın yanına hırsı ve haseti de ekliyorum. Hırs kapitalizmin, haset sosyalizmin bize fatura ettiği bir şey. Bunlar toplumu mahvediyor. Bunlar bir çınarı çürüten unsurlar. Bizim çocuklarımızı, gençlerimizi, hangi kuşak olarak isimlendirilirse isimlendirilsin. Onlardan uzak tutmamız lazım. Çinliler birine beddua edecekleri zaman “İlginç zamanlarda yaşayasın” derlermiş. Bir Çin bedduasıymış. İlginç zamanlarda yaşayasın. Bence 2025 dünyasında yaşayan insanlar bu bedduayı külliyen aldı. 2018 yılında İngiltere'nin Başbakanı bir bayan oldu. Theresa May gelir gelmez ne yaptı biliyor musunuz? Yalnızlık Bakanlığı diye bir Bakanlık kurdu. Batı insanı yalnız ölüyor, yalnız yaşıyor. Hani dedik ya, kadim kültür bu konuda hâlâ bir direnç ortaya koyuyor. Kapitalizm o kadar enteresan bir şey ki. Hakikaten çocuklarımızı korumalıyız. Amerikalı bir aktirist bayan hırsızlık hastası. Bir markanın mallarını çalıyor, yakalanıyor. O markanın CEO'su, O aktristi reklamlarında oynatıyor. Kamusal dava açılıyor, kadın o davaya o kıyafetlerle giriyor. Kapitalizm işte bu koyduğumuz ahlaki sınırların çok çok ötesinde bir çukur meydana getiriyor.”

BİZ MÜSLÜMANIZ, ÜMİTVAR OLMAMA ŞANSIMIZ YOK

“Ahlak ve vicdan bu toprakları terk etmedikçe benim bu ülkeye olan inancım ve ümidim asla bitmeyecek.” diyen Göksel sözlerini şöyle sürdürdü: “Bir kere şöyle bir şey var. Biz Müslümanız, bizim ümitvar olmama şansımız yok. Her türlü sıkıntıda ümitvar olacağız ve karanlığın en yoğun olduğu, en zifiri olduğu an aydınlığın hemen öncesi. Dolayısıyla ümitvar olacağız.

Şimdi İstanbul'un pazarları bir gün öncesinden satın alınıp hayırsever insanlar tarafından fakir fukaraya bütün pazar ikram ediliyorsa, hâlâ İstanbul'da, Ankara'da büyükşehirlerde, Afyonkarahisar'da. Herkes uyurken zarfların içindeki paralar, bazı fakir-fukara semtlerin kapılarından aşağı atılabiliyorsa! Mahalle bakkalların silinen defterleri, fırınlarda yakılan defterler oluyorsa. Hâlâ böyle bir vicdan, sağ el verirken sol elin duymamasını sağlayacak bir gönül aydınlığı bu topraklarda varsa bizi hiç kimse yıkamayacak. Diyorlar ki! pandemiyi Türkiye'ye nasıl atlattı? Dayanışmayla atlattı.”

BU TOPRAKLARIN ÇOCUKLARININ MAYASI HALA DİMDİK AYAKTA

“Biz 15 Temmuz diye bir şey atlattık. Allah bir daha göstermesin.” diyen Göksel şunları söyledi: “Beni o gece olan bir şey çok mutlu etti. Bir çok mutlu olunacak nokta var ama bu çok önemli bir şey. O dönemin İstanbul Emniyet Müdürü olay bittikten sonra bir şey söylüyordu röportajında diyor ki: “Atatürk havaalanında 6 saat Devlet otoritesi yoktu. Biz badireyi atlattık, Emniyet kuvvetleri olarak havaalanına hakim olduk. Ve bir şey fark ettim. Duygulanmamak elde değil. Free shoplardan bir paket sigara bile çalınmamış.”

Bu hadise 6 saat değil, bir saat Newyork'ta olsun, Newyork'un ışıklarını bir saat söndürün bakın ne oluyor? Üstünden geçiyorlar mı, geçmiyorlar mı? Ben bu toprakların çocuklarının mayasının hâlâ dimdik ayakta olduğuna inanıyorum. Maya bizdeyse biz daha çok yoğurt mayalarız.”

USTA BEN SÜNNETİ İHYA EDERKEN ORADA FARZ KAÇIYOR!

Küçüklüğünde babasının yanında çırak olarak çalışırken yaşadığı bir anıyı anlatan Göksel o günlerle ilgili şu anektodu paylaştı: “Ben tornacı bir dedenin, tornacı ve hırdavatçı bir babanın oğluyum. Biz 8 yaşından üniversiteye gidene kadar 12 sene 10-12 kişilik bir çırak grubuyla, kalfa grubuyla birlikte aynı kazandan yemek yemiş insanlarız. Bir gün yemek yiyoruz çorba bitmek üzere. Rahmetli babam ustamız, benden küçük bir çırak var. Tencerenin altında biraz çorba kaldı. Usta dedi ki en küçüğe: “Evladım al ve sünnetle” dedi. Ahilik kültüründe en büyük günah israf etmek. Çocuk aldı yiyor ama tabii küçük ya! tencere büyük. O sırada pilav üstü kavurma geldi. Millet O’na dalacak. Çocuk ‘Usta, ama olmuyor ki!” dedi. Ne oldu oğlum dedi. “Ben burada sünneti ihya ediyorum orada farz kaçıyor” dedi.

Şimdi bu cümleyi kuracak çırak yetiştirebiliyor muyuz? Berbere, mağazaya gidiyorum çırak yok diyorlar. Sanayiden dostlar-arkadaşlar geliyor çırak yok diyor. Ama bende bir şey söylüyorum. Çıraklara evladınız muamelesi yapıyor musun? Benim rahmetli dayım büyük kaportacıydı. Yengemi babasından dedem değil ustası istedi. Dolayısıyla dışarıdan bakan insanların da saygısını uyandırmış bir toplumuz. Geçen günlerde Türkiye'ye gelen misyonerlerden bir tanesi kimseyi Hristiyan yapamadan kendisi Müslüman olmuş Yunus ismini almış. Gazetecilerde merak etmişler. “Sen Hristiyanlık propagandası yapıp insanları oraya çekecektin. Sen nasıl Müslüman oldun, kimseyi Hristiyan yapamadan?”, “Yok kardeşim burada olmaz.” Niye? “Sizin sarhoşunuz bile nara atarken Allah diye bağırıyor” demiş. Hakikaten bereketli bir coğrafyada yaşıyoruz.”

DAYANIŞMA ORTAYA KOYABİLMEK ÇOK ÖNEMLİ

Dayanışmanın öneminden bahseden ve 1973 yılında Almanya’nın Ford Fabrikası’nda yaşanan bir olayı anlatan Göksel o günlerle ilgili şunları anlattı: “1973 yılı Almanya'nın Köln kenti Ford Fabrikası. 12 Bin Türk çalışıyor. Ve bayram günü. Zannediyorum Ramazan Bayramı, kurban değil. Müslümanlara bayram izni yok, hâlâ öyledir. Yurt dışında çalışan insanlarımız bayram günü çalıştıkları yerlerden ararlar, hafta sonu değilse. Bizim Türkler diyorlar ki Ford’un bir bölümündekiler. Yarın izin verir misiniz? Oradaki de biraz ılıman yaklaşıyor. Bu yaygınlaşıyor. Bakıyorlar ki 12 Bin kişiye tekabül edecek. Çünkü Almanlar için bir dakika değerlidir, iptal ediliyor. Fakat bizimkiler bir kere bir yeşil ışık aldılar ya. Hepsi takım elbiselerle geliyorlar. Arif Akpınar Karslı imamlık yapıyormuş, orada işçi. Onu da imamete geçiriyorlar bayram namazı kılacaklar. Bütün Türkler orada. Tabii Türklerin Bayram namazını gören bütün yabancılar da bunlar ne yapıyor diye meraktan orada. Ford fabrikasının imalatı iptal. Bütün yöneticilerde tepeden bakıyorlar. Arif Akpınar bayram namazını kıldırıyor. Ford yöneticileri diyor ki: Karizmayı çizdirmeye gerek yok. Türkler bunu yaptı. Hani oldu bittiye getirelim. Öğlen yemeği vakti Ford'un en tepe yöneticilerinden bir tanesi Arif Akpınar'ı gösteriyor. “Büyük şef” diyor. Bizimkiler dönüyorlar diyorlar ki: “Arif Akpınar işçi ne zaman şef oldu?” diyorlar. Diyor ki: “Ford'un başındaki adam bile 12.000 kişiyi bir sözüyle yatırıp kaldıramaz.” Mesaja bak. Şimdi o refleksi ortaya koyduğunuz zaman, o güzelliği ortaya koyduğunuz zaman. Ama bizimkiler hazırlıklı hemen baklavalar dağıtılıyor, kolonyalar, şekerler filan olay ılımanlaştırıyor. Kültür bu, oradaki insanlar “Ben yaşayan bir varlığım, toplum olarak böyle yaşıyorum ve burada bir dayanışma ortaya koyuyorum”

TÜRKLER CÖMERTTİR, İSPAT ET!

Yurtdışında yaşayan taksi şoförü Ömer Temel’in yaşanmış bir hadisesini anlatan Göksel cömertlikle ilgili şunları söyledi: “Ömer Temel İsveç yada İsviçre’de taksi şoförü. Yaşanmış bir hadise bu. Bir Banka Müdürü bir toplantıyla ilgili yurt dışına gidecek. Taksi çağırıyor. Ömer Temel geliyor adamı alıyor, hava alanına götürüyor. Adam taksi parasını ödeyecek, elini cüzdanına atıyor, cüzdanı evde unutmuş. Bilet ve pasaport cebinde ama para yok, cüzdan yok. Eyvah! uçağımı kaçıracağım inanılır gibi bir şey değil. Ne yapıyor biliyor musun Ömer Temel? Kendi kredi kartını çıkartıyor. Telefon numarasını, adını soyadını yazıyor. “Bu benim telefon numaram, benim kredi kartımı kullan. Döndüğünde beni ara harcamalarının bedelini öde, bir de taksi ücretimi lütfen öde” diyor.

Adam inanamıyor, 15 dakika bunu anlamaya çalışıyor. Ve hakikaten alıyor kredi kartını gidiyor, kullanıyor. Gelir-gelmez hemen telefon açıyor. Pazartesi günü evine gitmeden bankaya gidiyorlar hemen kredi kartındaki bütün harcamaları ödüyor, taksi parasını ödüyor. 3000 yada 5000 kronu da bunu hediye olarak lütfen diyor kabul edin diyor. Ömer Temel ödülü kabul etmiyor.

“Niye kabul etmiyorsun bunu. Burada kimse yapmaz.”, “Kimsenin yapmayacağını biliyorum. Türkler cömerttir diyorsunuz ya bunu hak edecek bir şey yapmalıyım.”

Söylediğim şey bu. İnsanlar iddialarından bu şekilde imtihan olurlar. Türkler cömerttir ispat et. Ömer Temel’imiz var. Bizim binlerce örnekten bir tanesi. Adamı ayın kahramanı seçtiler ülkede. Şimdi çocuklarımıza şunu söyleyeceğiz, komplekse gerek yok. Bana batı bir tane Neşet Ertaş çıkarsın. Ben öğrencilerime bazen takılıyorum, Neşet Ertaş'ı sevmeyen bizden değildir. “Gönül” diyor adam. Bu adamın eğitim seviyesi formel olarak yok. Fakat adına üniversiteler açılmalı, adına enstitüler, konservatuvarlar zaten söylemeliyim. Rahmetli adına düşünmeliyiz.”

ADALET GECİKMEZ, TEZ VERİLMELİ

“Adaleti tesis edeceğiz ve insanımızın bu ülkeye olan inancını her sabah yenilemesine gayret edeceğiz.” diyen Göksel, “Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu ‘Destanlar Burcu’ şiir kitabında şöyle diyor: “Ekmek, su, aş bulmak gecikebilir, Devlete baş bulmak gecikebilir. Temele taş koymak gecikebilir. Adalet gecikmez, tez verilmeli” diyor. Şimdi adaleti sağlamak da yeterli değil. Gecikmeyen, hemen tez verilecek bir adalet ortaya koyacağız. O zaman çocuklarımız hakikaten diyecekler ki evet biz doğru bir yerdeyiz.”

BU KİTABI OKUTSUNLAR ÇOCUKLAR KAVGA ETMEYİ KESERLER

“Bizim bir şeye ihtiyacımız var. Bilene hürmet edeceğiz.” diyen Göksel sözlerinin devamında şunları söyledi: “Nurettin Topçu, Ali Şerîatî okusun. Ali Şerîatî ne diyor: “Mürekkebin akmadığı coğrafyalarda kan akıyor.” Annesine demiş ki küçükken: “Beni şu ağaca çıkar.” Anneye bak, verdiği cevap: “Birisinin seni çıkarttığı yerden ancak düşerek inersin.” 7 yaşındaki çocuğa bunu söylüyorsa, O çocuk da bunu anlıyorsa ve onu hayat felsefesi haline getiriyorsa Ali Şerîatî’yi oku. Şimdi Nurettin Topçu’nun müthiş bir sözü var. “40 yıl Mektebe, mabede nasıl girdiysem öyle girdim.” Bütün eğitimciler, bu sözü anlamaya çalışın. Mabediniz cami, Lise, havra olabilir, her şey olabilir. Çok değerli hocalarımız var, şöhret olmak istemiyorlar. Türk toplumunun hiç tanımadığı, çok az insanın tanıdığı, Türk milletinin tamamının tanıyıp kitabını okuması gereken bir insan Fethi Gemuhluoğlu. Dostluk üzerine adlı kitap. Ben iddiayla söylüyorum Fethi Gemuhluoğlu’nun dostluk üzerine adlı kitabı lise birinci sınıflara okutsunlar bizim çocuklarımız kavga etmeyi keserler.

AHLAKI BİR KERE KAYBEDERSENİZ BİR DAHA ZOR BULURSUN

“Çok değerli bir hocam bir şey söyledi: Su, ateş ve ahlak bu üçü arkadaş. Birbirlerine diyorlar ki: “Biz arkadaşız, birbirimizi kaybedersek nasıl bulacağız?”, Ateş diyor ki: “Nereden duman tüterse oraya gelin ben oradayım.”, Su: “Nerede bir şırıltı duyarsınız oraya gelin ben oradayım.” Ahlakın verdiği cevap şu: “Beni bir kere kaybederseniz bir daha zor bulursunuz.”

Bu toplum ahlakını kaybetmemeli. Ahlakının getirdiği şeyler ortaya koymalı ve biz çocuklarımıza doğruyu anlattığımız zaman mütemadiyen diyen iyiliklerle karşılaşacak.”

BU SORUYU ANCAK FİLOZOFO SORARSIN!

Gazetecinin bir tanesi akıl hastanesine gitmiş röportaj yapıyor. Bir hastaya diyor ki: “Sizce zaman nedir?”, Bunu ancak filozofa sorarsın, sokaktaki adama sorulacak bir şey yok. Akıl Hastanesinde ikamet eden insanlara da sorulur mu? En çok onlara sorulur bence. “Zaman ölümü hak etmek için Allah'ın insana tanıdığı süredir.” Dedim ki: “Dükkanı kapatın, kepenkleri indirin.” Olay budur. Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin müthiş sözü: “Harabat ehlini hor görme zakir, defineye malik viraneler var.” Afyon'da yok mu? Çok.

EDEPSİZ EDEBİYAT OLMAZ, EDEP ORTAYA KOYACAKSINIZ

“Gençler çok okusunlar.” diyen Göksel sözlerini şu sözlerle noktaladı: “Bir toplumun gençlerini o toplumdan koparmak istiyorsanız dilini anlaşılmaz kılacaksınız ve tarih şuurunu unutturacaksınız. Şimdi biz zaferin kazanıldığı şehirde yaşıyoruz. Kocatepe’deki yapıyı anlamadan yaşamın bundan sonraki evrelerini anlamak da çok zorlanırsınız. Tarih şuurunu edebiyatı sevdirmemiz lazım.

Rahmetli Mehmet Akif Ersoy şöyle diyor: “Edepsiz edebiyat olmaz, edep ortaya koyacaksınız.” Yani birçok şeyi talep ettim ama hep karşıma edep çıktı. Talep-edep, edepli olacağız. Annesini ve babasını kaybetmiş bir insan olarak söylüyorum. Baba kaybedilince hakikaten çok büyük bir yıkım ama anne gidince ocak sönüyor. Babamla rahmetli Yaşar Göksel ile ilgili sosyal medyada bir şey paylaşmıştım. “Yaşarken değil cübbene, gölgene bile basmadım” dedim. Hakikaten öyle, bugünkü evlatlara tavsiyem babalara çok dikkat, anneleri anlatacak kelime yok.” ifadelerini kullandı.

Programın tamamını aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.

https://youtu.be/1SkFKynFd-c