Uyuduğunda insanlar, bilinçli olarak bu dünyadan koptukları, biyolojik bedenlerinin ve tinsel ruhlarının oraya dönmeyi her gün yeniden prova ettikleri mekansızlık diyarına göçerler.
Şöyle bacaklarını karnına doğru çekip elini başının altına koyduğun, gözlerini kapatıp sonsuz bir dünyaya uykuyla daldığın gün...
Rüyalar yoluyla her şeyin mübah sayıldığı, toplumsal gölgenden kopup sadece ruhlar alemindeki bir canlı olduğunu hatırladığın gün...
Yarı ölümlü halde canlı da cansız da olmayı dert etmediğin, başka alemlerde belki de bambaşka bir kimlikte yeniden doğup yeniden öldüğün gün...
Her geçen dakika karanlık bir mahzenin içinde mahzur kalmış gibi tepindiğin, iş nihayete erdiğinde bu kez ayrılığın yarattığı pişmanlıkla yanıp tutuştuğun gün...
Gece olduğunda oraya dönmenin özlemiyle kuş tüyü yastıklara gömüldüğün ve her sabah gün doğduğunda bir çırpınışla gözlerini açarak yeniden aynı provayı tekrarladığın gün...
Türlü duyguları kısıtsız deneyimleyerek arzular denizine dalıp çıktığın, gizlenemeyen hislerle sonsuz derinliklere dalarak boğulduğun gün...
Hep aynı gündür. Bugündür.
Uykuların günahı olmaz, uykuların yasağı olmaz; ne ukdesi kalmışsa içinde İD'in gündüz artığına bulanıp rüyada o çıkagelir. Farklı kılıklarla donanıp kendini maskeleyen temel ihtiyaçlar ilk defa gerçekliğine soyunup gelir.
Psikoterapi esnasında danışan ve terapist, çocukluk uykusundayken ruhun birbirinden koparılıp ayrılarak derinlere gömülmüş parçalarını, yetişkin uyanıklığında çağıran ve birleştiren eşsiz bir enerji alanına tanıklık ederler.
Bu eksantrik, hiçbir yere benzemeyen ayrıksı alan danışanın terapi ile yeniden doğumuna şahitlik eder. Burası öyle esrarengiz bir yerdir ki kapıdan içeri kim girerse girsin büyülenmiş bir avare gibi ummadığı sözcükleri ağzından döker.
Psikolojik doğum, biyolojik olanın aksine, göbek bağının kesilmesiyle değil, ruhsal bağların onarılmasıyla gerçekleşen bir uyanıştır. Danışan, terapistin kapsayıcı zihninde, o ilkel uykunun güvenini hissederken; gözlerini bu kez korkuyla değil, kendi hakikatine sahip çıkmanın cesaretiyle, yepyeni bir 'şimdi'ye açar.
Böylece kişi, uykuda (veya rahimde) bıraktığını sandığı o sonsuz parçayı, artık uyanık bilincin ışığında da yanında taşımayı, yani gerçekten 'var olmayı' öğrenir. Çünkü ayrılarak var olmak, ayrışarak var olmak kendi gerçekliğine uyanmakla mümkündür.




