Bu yara, notaların arasına saklanmış bir sızlamanın ötesinde, ihmal edilmiş bir kültürün suskun çığlığı.

Yıllarca meseleyi Arabesk mi suçlu? Pop mu? Klasik mi? diye tartıştık durduk.

Oysa cevabı basit bir soruda gizliydi. Biz öz müziğimize gerçekten ne kadar sahip çıktık? Ne yazık ki yeterince sahip çıkamadık. Toplumun belli bir kesimi, yalnızca dinlemeyi değil, duymayı bile bıraktı. Kendi şarkılarımızdan bu kadar mı soğuduk? Bu kadar mı uzaklaştık? Sokakta, metroda, otobüste gençlere bakıyorum. Kulaklarında bizim değil başkasının hikâyesi çalıyor. Türkçe müzik bile dinlemiyorlar. Bu üzücü durum, bir tercihten çok daha fazlası. Bir kopuş, bir yabancılaşma, bir unutuluşun acı sesi.

Makamlar kuşaktan kuşağa aktarılmayınca, repertuar bilinçli öğretilmeyince, emeğin kutsallığı anlatılmayınca.

Müzik artık kalbe değil, tüketim kültürünün hızına göre çalmaya başladı. Dijital algoritmadan beslenen, dinleyen bir millet olmaktan çıkıp, 30 saniyede hüküm veren bir toplum olduk. Bizim de bugün yaşadığımız tam olarak budur. Eskiden müzik bizimle konuşurdu. Şimdi ona fırsat bile tanımıyoruz.

Fasıl dinlerken, sanki kemanın yayı ruhumuza eğilir, kanun bir hikâye anlatırdı. Şimdi biz müziğe zaman ayırmadan ondan cevap bekler olduk. Aşk bile ilgi isterken, müzik niye istemesin ki?

Bir milletin hafızası önce kulağa düşer. Hangi sesle büyürsek, hangi nağmeyle ağlarsak, ruhumuzda öyle şekillenir. 90’lı yıllardan sonra her şey bir anda sanki tersine döndü. Özel televizyonlar kuruldu.

Yayıncılık ticari kulvara kaydı. Reyting kaygısı programların ruhunu gölgeledi. Sunucular, formatlar değişti, içerikler hafifledi.

Müzik, dinlenen bir değer olmaktan çıkıp tüketilen bir eğlenceye dönüştü.

Popüler kültür, Türk müziğinin damarlarına ince ince işleyerek tercihlerimizi, beğenilerimizi, beklentilerimizi yeni baştan dönüştürdü. Bugün binlerce genç, kendi dilinin ezgilerini tanımadan büyüyor.

Kendi şarkısına yabancılaşmış, köklerinden kopuk bir toplum haline geldik.

Afyon’da son bir ayda hırsızlık suç kaydı sıfır!
Afyon’da son bir ayda hırsızlık suç kaydı sıfır!
İçeriği Görüntüle

Sanat müziğinin hak ettiği ilgiyi görmemesi, basit bir zevk değişimi sanmayın. Bu, toplumun arz ve talep dengesinde yaşanan büyük bir göç hareketidir. TRT sanatçılarının bile arabesk tınılarına yönelmesi de tesadüf olamaz.

Halk nereye çekiliyorsa, sahne de oraya bükülüyor.

İnsanlar arabesk konserlerinde kalabalık olup sanat müziği salonlarında sadece yakın çevreyle yerler doluyorsa popüler kültürün etkisinden. Artık bir şarkı 30 saniyede sarmıyorsa geç! diyerek hayatımızdan çıkarır olduk. Oysa bazı eserler var ki kendini açmak için iki kıtaya, bir nefese ihtiyaç duyuyor. Kahve bile demlenmeden lezzetlenmez ki.

Tüm bu tabloya bakıp Türk Sanat Müziğini küçümsemek, işin en büyük yanılgısıdır. Çünkü o, yüzyılların derinliğine kök salmış bir çınardır. Rüzgâr esebilir, dallar savrulabilir ama gövde hep yerinde durur. O gövdeyi ayakta tutanlar da bellidir.

Amatör Koro Gönüllüleri.

Onlar, sönmeye yüz tutmuş bir mirası yeniden alevlendiren sessiz kahramanlardır. Kültürel erozyon hız kazanmış olabilir, dijital çağ yüzeyselliği dayatıyor olabilir. Ama kültürü yaşatan her zaman kalabalıklar değildir. Bazen bir avuç kararlı gönül, bir milletin hafızasını sırtında taşıyabilir. Türk Sanat Müziği halkın zarafet hafızasıdır. Bu milletin kalbini dinleme biçimidir.

Geçmişten geleceğe devredilen bir duygu emanetidir. AVM’lerde, kafelerde, toplu alanlarda yabancı müzik bombardımanı altında yaşıyoruz. Radyolarda Türk Sanat Müziği yayınlarının azınlıkta kaldığı bu ortamda kültürümüzü korumak için radyo yayınlarının mümkün olduğunca artırmalıyız ki kulakları bu nağmelerle besleyerek kalpleri ona göre şekillendirelim. Müziğimiz popüler kültüre daha yenilmedi. Sadece biraz gölgelendi. Gölgedeki bir çiçek bile doğru ışığı bulduğunda yeniden açar.

Biz o ışığı koruduğumuz sürece

TSM’in nefesi asla sönmeyecektir. Türk müziğinin gönül yarası derinde olsa da iyileştirecek olan da yine biziz. Dinleyerek, sahip çıkarak, aktararak. Çünkü bazen bir şarkının kaderi, ona kulak veren son kişiyle başlar. Bin yılın nefesini taşıyan bu musikiyi gölgeye terk edersek, yarın çocuklarımıza hangi sesi miras bırakacağız?