Bir koro çalışması, bir konser sahnesi, dışarıdan bakıldığında uyumun ve ahengin kutsal mekânı gibi görünür. Ama perde arkasında bazen görünmeyen bir başka sahne daha vardır. Egonun, kırılganlığın, kendini kanıtlama çabasının sessiz oyunlarının oynandığı.

Kimimiz konsere gelen eşimize, dostumuza içimizdeki sahne ışığının altında parlamak telaşında olan iç sesinin hevesiyle varlığını göstermek ister. Kimimiz sesini yetersiz bulup dikkat çekmemek adına daha geride durmayı tercih eder. Kimimiz ise bir adım öne çıkmayı, yer kapmayı, sahnedeki konumu sahiplenmeyi kendine hak sayar. Bazılarımız için assolist olma fikri, şarkının kendisinden bile daha ilgi çekicidir. Elbette ki insanız ve İnsanın olduğu her yerde böylesi durumlar kaçınılmaz. Aslında kendi sınırlarımızı bilerek toplum yaşantısını askeri müştereklerde uyumlanmak gerekir. Çünkü koro, bir kişinin parlaması için değil herkesin ışığından bir bütün doğması için var olan oluşumdur.

Korolarda önde oturma tartışmaları yüzünden bazen de sandalyeler konuşur. Eğitimlerde de, provalarda da, konser günlerinde de önde kim duracak, kim nereye oturacak? çekişmesi de sessizce büyüyen bir meseledir. Yıllardır bir koroya emek vermiş, ömür boyu hatıra biriktirmiş üyelerin kendine alıştığı bir yerinin olması son derece doğaldır.

Bu bir üstünlük değil aidiyetin küçük ama kıymetli bir göstergesidir. Yeni gelen üyelerin hemen en öne oturma hevesi ise, çoğu zaman kötü niyet değil, masum bir aceleciliktir.

Afyon'da puslu hava ve soğuk etkili olacak
Afyon'da puslu hava ve soğuk etkili olacak
İçeriği Görüntüle

Bu yüzden boş olan yerlere geçmek, yılların emeğine küçük bir saygı göstermek, hem koruya hem ortama yakışandır. Burada çok ama çok önemli bir nokta vardır.

Bu düzenlemeyi yapmak, koro şefinin görevi değildir. Onu oturma planıyla, sıra kavgalarıyla meşgul etmek, müziğin ruhuna atılmış küçük bir çelmedir. Yerleşim işini, nazikçe, sevgiyle ve olgunlukla koro yöneticileri düzenler. Böyle olunca herkes yerini bulur ve kalpler kırılmaz, müzik akmaya devam eder.

Kimi zaman konser solo seçimlerinde nabız atmaz, ego atar. Onun sesi iyi olabilir ama benimki de aşağı değil! diyerek kendini farklı bir statüye koyanlar çıkar. Solom varsa şarkılara katılmayayım, sesim yıpranmasın diye düşünenler çıkabilir.

Okuyormuş gibi yaparak, koroya sadece gölgesini bırakanlar. En şaşırtıcısı da Koroda olup da konser boyunca dudağını bile kıpırdatmayanlar.

Kimi zaman bir isim okunur. Konserde seçilen solistin adı. O anda bazı kalplerin ritmi değişir.

Kimisi Hakkıdır! der içtenlikle. Kimisi keşke o ben olsaydım! diye içini çeker. Daha da ilginci eğer solom yoksa konsere çıkmam ya da koroyu bırakırım diye pazarlık edenler! Ama bütün bu görünür duyguların altında daha derin, daha ürkek bir duygu da yatar. Sesini yetersiz görüp duyulursa mahçup olacağını düşünenler, koroya sadece gölgesini bırakır.

İşte koro içindeki en yüksek ses, aslında bu kaygının sesidir. Sesi değil, ruhu titreten duygudur. Oysa unutmamız gereken bir şey var.

Koro, bir yarışma değildir. Bu sahnede amaç, birinin diğerinden üstün çıkması değil, birbirini taşıyan insanların aynı nefeste buluşmasıdır. Solo bir ayrıcalık değil şarkının ruhunu en doğru anda, en doğru kişiyle buluşturma ihtiyacıdır.

Her zaman da bizim olmayabilir. Ama bu, bizi değersiz yapmaz. Solo okumak cesaret ister. Ama koroda kalmak, sabır ve olgunluk ister.

Koro, bir gönüllülük meselesidir. Bir beraberlik sınavıdır. Bir kalp terbiyesidir. Tek bir kişinin yıldızı olsun diye kurulmaz. Herkes birbirine ışık olsun diye kurulur. Çünkü ortak bir nefesle söylenen şarkı, bireysel alkıştan çok daha büyüktür.