Saflıkla sazanlık arasında ki ince çizgi

Herkes iyidir diye diye kalbimizin kapılarını ardına kadar açmak gibi garip, tehlikeli ama çok da yaygın bir alışkanlığımız var.

Abone Ol

Adeta içeri girene paspas değil kırmızı halı sereceğiz neredeyse. Kimisi geliyor baş köşeye yerleşiyor. Kimisi de ayakkabısını bile çıkarmadan bizi darma duman edip basıp geçiyor duygularımızın üstünden.

Ama biz hâlâ akıllanmamışcasına herkese iyi insan deyip yürek kapımızı ardına kadar açıyoruz. Hem de şifre koymadan. Sanki içeri girenin kalp izni varmış gibi.

İyi niyet güzel şey. Ama doz aşarsa, saflıktan ziyade sazanlığa terfi ediyoruz. Saflıkla sazanlık arasında gidip gelen bir salıncakta buluyoruz kendimizi. Saflığın zarafetiyle sazanlığın talihsizliği arasında incecik bir çizgi vardır. Bir de biz varız işte hep o çizginin öbür tarafında. Ama unuttuğumuz bir şey şu. Bazı insanlar iyi değildir, sadece iyiymiş gibi görünür.

Sanki biz kalbimizi açınca, karşı taraf da içini dökecek sanıyoruz. Yok öyle bir şey.

Bazısı sadece içeri girer. Çayımızı kahvemizi içer, sırrımızı öğrenir, sonra da gider.

Bir de giderken kapıyı açık bırakır. Soğuk alır kalbimiz üşürüz. Yani iyi niyeti kendi cebine koyar. Misafir gibi gelir sonra ev sahibi gibi davranmaya başlar.

Bir bakarız ki gönül evimizde biz artık misafir olmuşsunuz. Bazıları misafir değil, düpedüz fırsatçıdır.

Kalbimize değil, kapımızın açık oluşuna gelir. Biz hoş geldin deriz. O çoktan hoşça kal hazırlığı içersindedir.

Bazen en büyük tuzağı kendi iyi niyetimizle kurarız kendimize. Kalbimizin anahtarını verip sonra kapının dışında ağlarken buluruz kendimizi. Üstelikte kendi elimizle verdiğimiz anahtarla. Ne kadar ironik değil mi? Sormadan da edemeyiz. Ben neyi eksik yaptım? Eksik değil belki ama fazlaydı. Fazla güven.

Fazla iyi niyet.

Fazla kendimiz gibi sanmak.

Kalbimizi açık tutalım tutmasına da anahtarını herkesin cebine koymayalım. Gönül penceremizden sadece güneş girsin isteriz ya toz da girer laf da hatta komşunun komşusu da. Biz sevgi için açarız açmasına da bazıları fırtına misali girer. Her kapımızı çalan misafir değildir. Herkesin de içeri girmesine izin vermek iyi olmak demek değildir.

Bazen kendimize yapacağımız en büyük iyilik kapıyı nazikçe kapatmaktır.

O yüzden artık şöyle yapabiliriz mesela. Gönül penceremizi açmadan önce girmek isteyeni kapıda bekletelim önce. Kalp ehliyetin var mı? diye de soralım. Kalpten gelenler buyursun. Diğerleri lütfen zile basmasın diye de bir tabela koyalım. Çünkü gönül trafiğine herkes çıkmamalıdır. Gönül penceresi öyle herkese açılmaz. Zira herkesin baktığı yer aynı olsa da niyet farklı olabilir.

Niyetle gelen ışık olur.

Fırsatla gelen de yangın.

Kalbimiz kıymetli. Orası sadece organımız değil yaşanmışlıklarımızın, yaralarımızın, dualarımızın, tutulan sözlerimizin, yarım kalmış vedalarımızın evidir. Orası herkesin geçeceği bir yol değil hak edenin kalacağı bir yerdir. Kıymetli olan da her gönülde değil hak edende yaşamalıdı. Kalbimizin kapısını açtığımız herkes gerçekten içeri girmeyi mi hak etti mi? Yoksa biz mi fazla misafirperverdik?