Çünkü ancak suçlular cezalandırılmalıdır. Ancak suçlulular bilinç ötesinde kendi kurdukları kara mahzende cezaları bitene kadar kilitli kalmalıdır. Derinlerde bir yerde ruhu karartan bu his ölümle eş değerdir.
Böyle hisseden mazlumlar:
"Suçluyum ve cezamı çekmeliyim, öyleyse her gün yeniden öldüğümü hissederek ruhumun kanayan yarasını biraz da olsun dindirebilirim" inancına sahiptir. Her an öleceği hissiyle acillere koşturan, panik duygusunun mantıklı düşünme süreçlerini sel gibi alıp önüne kattığı o anlarda tüm fizyolojik bulgular tek bir şeye inanarak hareket eder 'burada tehdit var, savaş, kaç ya da dona kal!'
İnsanın kendiyle mücadelesi hayatta kalmak içindir. Yaratılıştaki mükemmel düzen vakti saati gelene kadar her canlıyı hayatta tutmaya yarar. Aslında panik bozukluktaki zihnin ve bedenin verdiği bu acımasız görünen savaş da tam buna işaret eder. Bakım verenin ihmalkâr veya yetersiz ebeveynliği, çocukta "yeterince iyi olmama" inancını kökleştirir ve böylece, dış dünyanın kusurunu kendi benliğine yönelttiği yakıcı bir suçluluk duygusunun temelini atar. Çocuk benlik, dış kaynaklı kusuru içselleştirilmiş bir suçluluk duygusuna dönüştürerek benlik saygısının zedelenmesine yol açar.
Yetişkinlik dönemlerinde hissedilen kaygıyla başetmek için çocukken öğrenilen savunma mekanizmaları kullanılır; ancak çocukken işe yarayan bu mekanizmalar artık işe yaramayan bir yöne evrilmeye başlar. Çocukken koşulsuz bir sevgiyle bakım göremeyenler koşullu sevgi görmek uğruna uslu, çalışkan, söz dinleyen bir çocuk olmayı göze alırlar. O zamanlar işe yarayan ve yaşamsal işlev gören bu mekanizma büyüdükçe işe yaramaz hale gelir. Böylece zihinde kırmızı alarm çalmaya başlar. Kaygıyla imdat zillerini çaldıran da bu zavallı imdada yetişen de 'panik bozukluktan' başkası değildir.
Hastane acillerinden eli boş döndüren bu bozukluğun en iyi tadavisi bilinçli farkındalık yöntemlerini devreye sokmaktır. Öldürecek şeyin kalp krizi geçirmek değil zihindeki bir yanılsama, hatalı düşünce süreçleri olduğunu fark etmektir.
Psikoterapinin en büyük vaadi, terapistin danışanın iyileşme potansiyeline duyduğu sarsılmaz inançla örülmüş zihinsel bir yol arkadaşlığıdır. Bu süreç, sonu olmayan zihnin derinliklerine ufak bir gaz lambasıyla inen, antik bir kazı çalışmasına benzer. O gizemli yolculuk esnasında aydınlanıp bilinç yüzeyine çıkan her şeyle yavaş yavaş yüzleşen danışan, tam bir insan olma yolunda azim ve kararlılıkla ilerleyecektir.




