Sahi nedir bu duygularla olan bağımız, hissettiklerimiz emanet mi yoksa derinden gelen bir buyruk mu, ayırt etmesi çok zor. Gerçek şu ki hissedilen her duygu sahiplenmeyi bekleyen yuvasız kuşlar gibi bedene geldiğinde duyumlanıp kabul görmek ister. Bu olmadığında reddedilen her duygu bedene yuvalanan güve kurdu gibi bedeni içten içe çürüten bir canavara dönüşür.

Öfkede vücut bulan kırılmışlığa, nefretteki aşkın yoksunluğuna kulak vermek gerekir öyleyse. Kişinin hissettiği ağrı veya rahatsızlık gerçek birer histir, "uydurma" değildir. Sadece kaynağı biyolojik bir virüs veya yaralanma değil, çözümlenmemiş psikolojik çatışmalar veya kronik strestir. Sinir sıkışmaları, migren, irritable bağırsak sendromu, gastrit ve ülser, yutma güçlüğü, hipertansiyon, çarpıntı, egzama ve sedef...

Daha birçoklarını sayabileceğimiz psikolojik kökenli rahatsızlıklar, görülmeyen ama derinden hissedilen duyguların bedende somatikleşerek konuşur haline gelmesini sağlar.

İnsan hastalandığında, acının ötesinde tuhaf bir rahatlama da hisseder mi; hatta içten içe bu duraklamayı hak ettiğine inanır mı? Belki de öyledir. Çünkü bazıları için hastalık, körelmeye yüz tutmuş ruhla yeniden irtibat kurmanın en somut yoludur; o, ruhun bedende yankılanan avazıdır.

Peki, beden şifayı nerede bulacak? Ancak yaşanan ne varsa sevgiyle kabul ederek... Çünkü sevgi, insana bahşedilmiş en kutsal armağandır. Düşünün; dünyayı evrenin karanlık boşluğunda sabitleyen, galaksileri o sonsuzlukta yüzdüren güç neyin üzerinedir? Ona 'kutsal' diyorum; çünkü hasta olanı iyileştiren, insanı yaşama iliştiren, bizi görülmeyene ve duyulmayana bağlayan odur. Yoksa, bu diyardan göçüp gitmiş sevdiklerimizle aramızdaki bağ, beden bu dünyadan göç ettiğinde nasıl devam edebilirdi?

Umre ödüllü yarışmaya yoğun ilgi!
Umre ödüllü yarışmaya yoğun ilgi!
İçeriği Görüntüle

Sevmezsen hiç kimseyi, sakın ola yaşadım deme.

Tanrının insana sunduğu en kıymetli his. Nesillerin sürmesi, insanca yaşamanın ve var olmanın ön koşulu bana kalırsa sevmek. Birbirine bağlılığı sürdürmenin iki candan yaratılan bir canı yaşatmanın ön koşulu birbirini sevmek.

Psikoterapi, sınırları belirli ama koşulsuz bir sevgiyle yeni bağlar yaratarak, bizi hasta eden eski sevgisizliğin yerine iyileştirici bir güç koyma işidir. Bu karşılıklı kurulan ilişkinin iyileştirici gücüdür. Danışanla kurulan o derin ve sözsüz bağ, reddedilerek gömülmüş duygularla ilişki kurmamıza olanak tanır. Böylece o reddedilen duyguları 'geçmişte' bırakmak yerine, 'şimdi'de sahiplenerek iyileşmesine olanak tanımış oluruz.