GÜNDEM

Ebeveynler anne-baba olarak kalmalı!

Medya03’da Karakat Berdalina’nın konuğu olan Afyonkarahisar Atatürk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Psikolojik Danışman ve Uzman Aile Danışmanı Sevda Doğan, “Ebeveyn mi olmalıyım? yoksa çocuğumun en yakın arkadaşı mı? İkilemi günümüzde çok konuşulan ve tartışılan bir konu. Ebeveyn büyük bir otorite figürüdür ancak arkadaş kendisine denk biridir. Burada sağlıklı kişilik gelişmesini sağlayan bir temel varsa o da ebeveynin ebeveyn gibi kalmasıdır.” dedi.

Abone Ol

Afyonkarahisar Atatürk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Psikolojik Danışman ve Uzman Aile Danışmanı Sevda Doğan, Medya03’de Karakat Berdalina’nın konuğu oldu. Doğan programda kişisel sınırlar ve aile içi ilişkileri değerlendirdi.

EBEVEYN BÜYÜK BİR OTORİTE FİGÜRÜDÜR

Ebeveynlerin çocuklarının arkadaşı olmak yerine anne-baba olarak kalmasının daha doğru olduğunu söyleyen Uzman Aile Danışmanı Sevda Doğan şunları söyledi: “Ebeveynler sınır koymakla sevgi göstermeyi birbirine karıştırıyorlar. Sınır koymak çocuğa bir ceza vermekmiş gibi algılanabiliyor. Ancak, bunlar birbirine zıt şeyler değildir. Çocuğunu seven önce sınır göstermelidir. Ebeveyn mi olmalıyım? yoksa çocuğumun en yakın arkadaşı mı? İkilemi günümüzde çok konuşulan ve tartışılan bir konu. Çocuklar için ebeveyn büyük ve güçlü bir otoritedir. Büyük ve güçlü bir konumdadır. Ancak arkadaş çocuğun dengidir, yanındadır. Ebeveyn ve arkadaş birbirine karıştığında çocuk ruhsal anlamda birtakım sorunlar yaşar. Çünkü; ebeveyn büyük bir otorite figürüdür ancak arkadaş kendisine denk biridir. Burada sağlıklı kişilik gelişmesini sağlayan bir temel varsa o da ebeveynin ebeveyn gibi kalması. Arkadaşın ise, arkadaş pozisyonunda olmasıdır. Ebeveynler arkadaş gibi olduğunda eşit bir pozisyona evrilirler. Bu da çocuğun ruhsal dünyasındaki o güvenli liman algısını yıkar.

Çocuğumun arkadaşıyım diyen ve kendini o pozisyona konumlandıran ebeveyn aslında büyük bir yanılgıya düşmüş olur. Burada çocuğun omzunda ağlayacak birçok arkadaşı olabilir ama tek bir anne-babası vardır. O yüzden arkadaş mı olmalıyım? sorusuna ebeveynler anne-baba olarak kalmalıdır diyebilirim. Çocuklar duyguları düzenleyemediklerinde üzüntü, korku, öfke gibi duygularını çoğu zaman küçük yaşta ise ifade edemez. Böyle olduğunda kendisini kapsayacak, kendisini sarıp sarmalayacak bir yetişkine ihtiyaç duyar. Ancak bu isteklerini de dil becerisi gelişmediği için özellikle küçük yaşlarda ifade edemezler. Bu sebeple bazen çocukların kendilerinin anlatamadığı ama ebeveynin hissettiği sıkıntılarda daha kapsayıcı, daha koruyucu, daha yakın ilişkiler sergilemek, çocuğun ruhsal dünyasına da iyi gelir. Bu az önce söz ettiğimiz ebeveynin boş kalan koltuğa çocuğun oturmasına fırsat vermemiz aslında haz odaklı çocuklar yetiştirmemize yol açar. Sanki ebeveyn ve çocuk rolleri birbirine karışmış gibidir. “Aman çocuğum üzülmesin, aman çocuğum kırılmasın, travmaya mı maruz kalacak benim çocuğum” diye çocuğun her istediğini yapan ebeveynler aslında büyük bir yanılgıya düşerler.”

ÇOCUKLARA FIRSAT VERMELİYİZ

Çocuklara fırsat verildiğinde çok daha sağlıklı çocukların yetişeceğini ifade eden Doğan şunları söyledi: “Çocuk 4-5 yaşlarından 6 yaşlarından sonra kendisi duş alabilir, temizlenebilir. İlkokul dönemine gelmişse kendi tırnaklarını kesebilir, kendi giyinebilir, odasını toplayabilir. Çocuk ortaokul-liseye gelmişse kendisi yemek yapabilir. Bu gelişim görevlerini, yapabileceği şeyleri çocuğa fırsat verirsek, olanak tanırsak çok daha sağlıklı çocuklar yetiştirmiş oluruz.”

ANNE ÇOCUĞUN BENLİĞİNİ YUTAR

Anne sevgisinin sınırsız olduğunu, üçüncü bir kişi tarafından bunun engellenmemesi halinde annenin çocuğun benliğini yutacağını ifade eden Doğan şunları söyledi:

“Canlıların en küçük yapı taşı hücredir. Hücreyi bir arada tutan iş ise hücre zarıdır. Psikolojik sınırlar ruhumuzu koruyan içsel mekanizmaları bir arada tutan koruyucu bir zar görevi üstlenir. Benim duygularımın, düşüncelerimin ve bedenimin nerede bittiğini, seninkinin nerede başladığını ayırt edebilme becerisidir. Çocuğun benliğinin oluşabilmesi için ebeveynin psikolojik olarak ayrışması gerekir. Çocuğun benliğinin oluşabilmesi, ebeveynin ruhsal anlamda çocuğu bırakmasıyla da doğrudan ilişkilidir. Çocuk için ebeveynin bakımı hayatta kalmanın tek koşuludur. İlk doğduğu aylara bakacak olursak ebeveynin bakımı olmadan uzunca bir süre hayatını sürdüremez ve böyle olduğu için de özellikle çocuğun doğum öncesinde ve sonrasında anneyle kurduğu simbiyotik bağ çocuğun hayatta kalmasını sağlar. Bu ilk aylarda hayati derecede önemli koruyucu bir bağdır. Ancak daha sonrasında bu bağın yavaş yavaş azalması beklenir. Çocuğun anneden ayrışması beklenir. Annenin sınırsız sevgisi öylesine büyük, öylesine güçlüdür ki ve yıkıcıdır ki bir baba tarafından, üçüncü bir kişi tarafından eğer bu engellenmez ise sınırlandırılmazsa, daha doğrusu yönetilmez ise anne çocuğun benliğini yutar. Bu da otoriteyi temsil eden babanın anne ve bebek arasında simbiyotik bağı kesmesiyle ilişkilidir.”

BABANIN HERKESİ YERLİ YERİNE KONUMLANDIRMASI GEREKİYOR

Babanın aile içindeki rolünden bahseden ve eşler arasındaki ilişkinin sağlıklı olması gerektiğini ifaden Doğan şunları söyledi: “Bir çocuğun ruhsal olarak doğabilmesi kısaca babanın veya o üçüncü kişinin sınırları çizmesi ile ilişkilidir. Baba anneye ‘Sen benim karımsın’, Çocuğa da ‘Sen benim çocuğumsun’ diyerek aile içindeki üçgeni sağlıklı bir şekilde çizmesi gerekiyor. Babanın herkesi yerli-yerine konumlandırması gerekiyor. Bu söylediğim şeyler çok böyle bilinçli olarak yapılmaz aile ilişkilerinde. Evde babanın varlığı, otoritesi, annenin konumu, çocukların konumu bunlar ne kadar yerli yerindeyse belli bir hiyerarşik düzendeyse çocuk, çocuk gibiyse baba, baba gibi karar alıyorsa evin güvenliğini sağlıyorsa, eve para getiriyorsa. Anne sevgi veren görevini üstleniyorsa, sağlıklı bir kişilikli geliştirme işlersek bu ilişkide sağlıklı çocuklar dünyaya geliyor. Ama ne zaman bu anlattığım şeyler sekteye uğradı işte o zaman ruhsal problemlere de zemin hazırlamış oluyor. Annenin tutarsızlığı, tutuculuğu, bebek ilişkilerine sınır koymamış olması, şizoid bozukluğun bu sebeplerden olduğunu söyleyen bilim adamları var. Bu konuyla ilgili yapılmış bir çok araştırma var. O yüzden hep söylediğimiz bir şey var eşler arasındaki ilişki sağlıklı olmalı.”

ANNEDEN ÇOCUKLUĞUNDA AYRIŞAMAMIŞ İNSANLAR EVLİLİKLERİNDE ÜÇÜNCÜ KİŞİYE İHTİYAÇ DUYUYORLAR

“Yapılan araştırmalarda evliliklerin kısa süre içerisinde bittiğini ve aldatmanın sıklaştığını gösteriyor.” diyen Doğan konuyla ilgili şunları söyledi: “Biz burada aldatmanın psikolojik mekanizmasına bakacağız. Bunun kökünü genelde tamamlanamamış, ayrılma, bireyleşme süreçlerinin olduğu görüyoruz. Aldatma yüzeyde cinsel ve duygusal bir süreç olarak görünse de aslında psikodinamik bir altyapı vardır. Simbiyotik dönemden sağlıklı bir şekilde çıkamayan, anneden tam olarak ayrışamayan bireyler yetişkinlikte kurdukları evlilik ilişkisinde bilinç dışı bir yutulma, işgal edilme korkusu yaşarlar.

Annenin küçükken babanın yokluğunda özellikle çocuğa yönelttiği libidinal enerji çocukta suçluluk yaratır. Bu da eşine yaklaşmasının önüne geçer. Kişi bu boğulmadan ve suçluluktan kurtulabilmek için üçüncü bir kişiye ihtiyaç duyar. Aldatma “Ben hâlâ varım, sana ait değilim, senden ayrıyım” mesajı vermektir eşine. Bu aslında patolojik bir bağımsızlık ilanıdır. Anneyle çocukluğunda ayrışamamış, annenin bırakmadığı çocuklar evlilik yaşantısında maalesef üçüncü bir kişiye ihtiyaç duyuyorlar. Çünkü evdeki eşlerini anne yerine koydukları için annelerinin küçükken kendilerine yönelttikleri bu libidinal enerjinin hissettirdiği suçluluktan kurtulmanın tek yolu onlara göre üçüncü bir kişiye başvurmaktan geçiyor.

Annesinden ayrı yaşamamış erkek veya kadın evdeki eşini anne yerine koyuyor. Anne nedir gözümüzde? Kutsaldır, şefkatlidir ve aseksüeldir. Çocukların motoru çok güçlü, yani arzuları çok yüksek ama frenleri tutmayan dürtü kontrolü çok zayıf bir arabaya benzetebiliriz. Bu arabanın kaza yapması olasıdır. Trafikte görürsünüz, hızlıca gidiyor ama fren kullanmıyor. Bu arabanın kaza yapması ne kadar kaçınılmazsa dürtülerini kontrol edemeyen, bu konuda sınırları çizilmemiş çocukların da kendilerini kontrol etmeleri çok zordur. Bizler çocuklarımıza iyilik yaptığımızı zannederken bir yandan da psikolojik bağışıklığını göçertiyoruz. Psikolojik anlamda sağlam olmalarının önüne geçmiş oluyoruz bir çocuğun içinden gelen isteği dürtüyü eyleme sokmadan önce durabilmesi düşünebilmesi ve erteleyebilmesi gerekmektedir.”

EVDE HER İSTEĞİ KARŞILANAN ÇOCUK DIŞ DÜNYAYA HAZIRLIKSIZ YAKALANIYOR

“Sınırlar çocukların dürtülerini, isteklerini de engellemeyi öğretir.” diyen Doğan şunları söyledi: “Sınırsız büyüyen, ebeveynlerinden davranış eğitimi almamış çocuklarda haz ilkesine göre hareket ettiklerini görüyoruz. İstediği her şeyi elde eden, istediği her an istediği şeyi yapan çocuklara rastlamışsınızdır. Evde de her isteği karşılanan çocuk dış dünyaya maalesef hazırlıksız yakalanıyor ve dışarıdaki reddedilme, olumsuz davranışlara karşı çocukta aşırı bir öfke ve saldırganlık yaratıyor.

Evde hayır denilmeyen çocuk akranlarının da sınırlarına müdahale ediyor. Okulda veya bulunduğu arkadaş gruplarında arkadaşının elinden oyuncağını izinsiz alıyor, istediği gibi O'na saldırıp zarar verebiliyor ve bunu da kendine hak görüyor. Çünkü evde böyle bir ilişkiyle okula geliyor. Bu durum çocuğun sosyal ortamda uyumsuz, kural tanımayan zorbaca davranışlar göstermesine yol açıyor ve iyi bir arkadaşlık ilişkisi de geliştiremiyor. Çünkü sınırlar ne demiştik, ‘Benim bittiğim yerde sen başlarsın’ kuralıyla işler.”

HER OKULDA BİR PSİKOLOJİK DANIŞMAN OLMASI GERÇEKTEN HAYATİ ÖNEM TAŞIYOR

“Empati kurma becerisi çocuklara öğretmeliyiz. Toplumdaki en büyük eksikliklerimizden biri buymuş gibi geliyor. Çünkü; zorba çocuklar maalesef diğerlerini kendilerinin ihtiyaçlarını giderecek birer nesneymiş gibi de algılıyorlar. Bu karşı tarafın üzülmesi, canının yanması, kendi dürtüsünü tatmin etmekten başka bir anlamda taşımıyor. Onun için bu zorbalığın psikolojik zeminini de oluşturuyor.

Medyada da sıkça görüyoruz, okullarımızda da tanık oluyoruz. Bununla ilgili Milli Eğitim Bakanlığı kapsamlı çalışmalar yürütüyor. Bakanlığımız son yıllarda ortaöğretim kurumları yönetmeliğinde değişiklikler yaptı. Buna göre akran zorbalığı ve siber zorbalık açıkça disiplin suçu olarak tanımlanıyor. Eskiden daha muğlak olan, arkadaşlarına kötü davranmak yerine bir öğrencinin sosyal ve duygusal gelişimini olumsuz etkileyecek davranışlar ve izinsiz görüntü kaydı veya paylaşımı yapmanın doğrudan bir yaptırım sebebi olduğu açıklanıyor. Risk grubundaki öğrencilerimizin hem mağdur olabilir, hem fail olan öğrenci olabilir. Erken tespiti bizim için çok önemli. Biz psikolojik danışmanlar okullarımızda bu konularda daha fazla sorumluluk üstleniyoruz. Daha fazla sorumluluğu göğüslüyoruz. O yüzden her okulda bir psikolojik danışman olması gerçekten hayati. Öğrenci sayısıyla sınırlandırılmamalı. Okul için de bütüncül programlar, eğitimler veriyoruz, empatik beceriyi geliştirmeyi en öne koyuyoruz. Sadece sorun yaşandığında değil öncesinde birtakım programlar geliştirmek ve uygulamakta önemli. Her kademede, sadece okulla da sınırlı değil ebeveynler toplumun her kesiminde her kurumda buna benzer beceri eğitimleri verilmeli.” dedi.

Programın tamamını aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.

https://youtu.be/iDMS5vNPX2Q