Medya03’te Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuruluşunun 102.Yıl Dönümü nedeniyle Moderatörlüğünü Rasime Fedakar’ın yaptığı ‘Sözün Özü’ programının konuğu AKÜ Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Dr.Talat Koçak oldu.
Cumhuriyete nasıl geldik, neyi değiştirdik, neyi kazandık? Atatürk'ün yurtta sulh, cihanda sulh felsefesinin ne anlama geldiğinin konuşulduğu programda Koçak şunları söyledi: “Mustafa Kemal 28 Ekim 1923’te bir rüya gördü, 29 Ekim'de de ‘Hadi arkadaşlar Cumhuriyeti ilan edelim’ dedi gibi bir anlayış var. Bu bizim anlatımımızdan da kaynaklanıyor. 2005-2006’lardan itibaren yavaş yavaş Osmanlı'nın son dönemindeki, o yenileşme hareketleri, tanzimat fermanı, ıslahat fermanı, 1 nci Meşrutiyet, 2 nci Meşrutiyet. Bu meclis denemeleri ve akabinde de Cumhuriyet. Yani Cumhuriyete bir günde geçmedik öncelikle onu belirtelim.”
CUMHURİYET 100 YILLIK BİR FİKİR
“1839’da Tanzimat fermanı ilan edildi.” diyen Koçak sözlerinin devamında şunları söyledi:
“Fermanda genel olarak tüm vatandaşların can, mal ve namus güvenliği sağlanacak, yargılamada açıklık sağlanacak, vergide adalet olacak. Erkeklerin zorunlu askerliği bu dönemden geliyor. Rüşvet ortadan kaldırılacak. Herkesin mal ve mülke sahip olması, bunun miras olarak bırakabilmesi hakkı sağlanacak. Bunlar Osmanlı önceden yok muydu? Tabiiki vardı ama bunların yasaya bağlanması, yazılı bir metin olarak geçmesi 1839’lara rastlar.
Kırım savaşından sonra böyle bir şey yapılmış. O da neden? Artık yabancı Devletler, özellikle gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarının hamileliklerini almışlar. Katolik olanlara Fransızlar, Protestanlar o zamanlar Amerika çok güçlü değil İngiltere’yi kendilerine hami edinmişler. Ortadokslara da Ruslar, özellikle Ermeniler üzerinden Gregoryen Ermeniler üzerinden etki etmeye çalışmışlar.
Kırım savaşını da kaybedince özellikle gayrimüslimlerle ilgili yeni haklar, güvence altına alınması meselesi geliyor ve Paris barış anlaşmasını imzalıyoruz ve akabinde de Sadrazam Mehmed Emin Ali Paşa, Sultan Abdülaziz döneminden bu ferman kabul ediliyor. Devam eden süreçte de Birinci Meşrutiyet, İkinci meşrutiyet oluyor. Bir meclis, seçim geleneği. Tabii ki bugünkü modern manadaki demokratik anlamdaki seçimlerden bahsetmiyoruz. Ama bütün dünyada o dönemde sistem böyle işliyor. Belirli bir vergi diliminde olan vatandaşlar oy kullanabiliyor, kadınlar oy kullanamıyor.
Süreç bizi 29 Ekim’e Cumhuriyetin ilanına kadar getirdi. Tabii bu bir 100 yıllık dönem Cumhuriyet fikri. Biz bir günde demokrasiye geçmedik. Bu uğurda demokrasi şehitleri verildi, milletin vicdanını yaralayan haksız idamlarda oldu. Bunu neden anlattım, bir gelenek olması lazım. Şunu da belirtelim Birinci Mecliste şu kadar kişi oylamaya katıldı, tamamı da Cumhuriyet yanlısı değildi gibi anlayışlar bazen çıkabiliyor. Şunu belirteyim yüzde 90 nın da Cumhuriyet fikri vardı. Belki Cumhuriyetin tarzı tartışılabilir ama bir Cumhuriyet fikri oluşmuştu.”
CUMHURİYETİ KURAN KADROLAR TALAT PAŞA’NIN KADROLARIDIR
“Özellikle II. Mahmut döneminden sonra yenileşme hareketleri hız kazandı. II. Abdülhamid’e ciddi manada bir yer vermek lazım. Modern manada eğitim kurumlarının, idadilerin açılması, Anadolu’ya ve Osmanlının pek çok yerine yayılması II. Abdülhamit dönemidir. İkinci Abdülhamit döneminde yetişen aydın kişilerdir Mustafa Kemal ve silah arkadaşları. O dönemdeki askeri okul öğrencilerinin tamamında bir Cumhuriyet fikri vardı veya en azından mecliste bir sistem vardı. Bunu açık yüreklilikle söyleyebiliriz. Her konuyu İttihat Terakkiye getiriyoruz. İttihat Terakkinin en Cumhuriyetçi fikri aklına yatan ve bunu her fırsatta da uygulamak isteyen merhum şehit Talat Paşa'dır. Cumhuriyeti kuran kadrolarda Mustafa Kemal, İsmet Paşa vs. biraz iddialı bir söz olacak ama Talat Paşa’nın kadrolarıdır.
Bununla ilgili de bir kitapta çıktı. Bir Alman sanıyorum Modern Türkiye'nin mimarı Talat Paşa diye. Bakıyorsunuz, Cumhuriyeti kuran kadrolar onun politikalarını uygulamış. II. Abdülhamit parantezi burada çok önemli.”
BİR GECEDE CAHİL KALDIK
“Halkın yüzde 90’ını, belki daha fazlası köylerde yaşıyor.” diyen Koçak sözlerini devamında şunları söyledi:
“Şehirleşme oranı bir hayli düşük. Şu ankinin tam tersi. Yüzde 90 kentlerde yaşıyor, yüzde 5-6 köylerde veya kasabalarda yaşıyor. Balkan savaşı 1913 – 1923, 10 yıl halk hakikaten yorulmuş, canı çıkmış benim de dedelerimden bir tanesinin gaiplik kararı var Balkan Savaşı'ndan dönememiş. Kim bilir nerede şehit oldu? Okuma yazma oranı bir hayli düşük, halkın seçimlere katılım oranı bir hayli düşük. Bu noktada halk kendine bir şey gelirse öyle haberi oluyor. Soyadı kanunu çıkıyor, biri geliyor soyadı alacaksınız diyor öyle haberi oluyor gelişmelerden. Veya kente gittiği zaman oradaki değişimleri görebiliyor.
Bu noktada Türk devrimi ve Türk modernleşmesi ve modernleşme tabirini daha çok seviyorum. Çünkü devrim dediğimiz zaman tam anlamıyla devrime girmiyor. Çünkü; devrim bir şeyi söküp atmak yerine, yeni ikame etmek anlamına geliyor. Devrim yerine Islahat modernleşmesi daha uygun geliyor. Ne yapmışız? Orduyu Çanakkale savaşlarından önce modernize etmişiz. Harita okuyabilen subayları iş başına getirmiştik. Eğitimde yine Latin harflerinin ayak sesleri Osmanlının son döneminden itibaren duyulmaya başlanmıştı. Harf inkılabı meselesi. Mesela hâlâ tartışılır. Bir gece de cahil kaldık. Merhum Mustafa Çalık hoca da derdi ‘Eğitimin önü kesilmiştir’ derdi.
1928 neredeyse 97 yıl olmuş harf devrimi. Kenan Evren veya Başbuğ Alparslan Türkeş notlarını Osmanlıca tutardı. 100 yıl önce olmuş bitmiş, kamuya da malolmuş bir devrim üzerine artık konuşmamak lazım. Neden? Halk Eğitimde pek çok Osmanlıca kursu açıldı. Artık bahane de kalmadı Osmanlıcayı öğrenecekseniz öğrenirsiniz.”
LOZAN ZAFER Mİ? EVET ZAFER
Yurtta sulh, cihanda sulh’un ne anlama geldiğini açıklayan Koçak şunları söyledi: “Yurtta sulh, cihanda sulh şu demek değil. ‘Aman hiçbir şeye karışmayalım, askere göndermeyelim’ değil.
Mustafa Kemal’in diğer bir sözüyle ‘Bir gereklilik yoksa savaş cinayettir’ sözüyle ikisini birden okuduğumuzda daha mantıklı hale geliyor. Lozan zafer mi? hezimet mi? tartışmaları hep bunun arkasından gelir. Nereden baktığına bağlı. Lozan zafer mi? Evet zafer. Haritaları da eksik biliyorlar. Afyonkarahisar kadar bir Yunan işgali vardı. İtalyanlar bütün Akdeniz bölgesini işgal etmişlerdi. Karadeniz'de bir Pontus Devleti kurulması gündeme gelmişti. İstanbul'da İngilizler var, Doğu Anadolu bölgesinde de Fransızlar. Antep, Urfa, Maraş O bölgelerde de Fransızlar var. Bu haritadan Lozan’a geldik, başarı mı? Başarı. Ama Mustafa Kemal bunu özünde başarı olarak gördü mü? Aslında görmedi. Nereden anlıyoruz. İlk fırsatta Boğazlar Komisyonunu kaldırttı fırsatını buldu Montrö Boğazlar sözleşmesini imzaladı. Orayı askerden arındırdı. Çanakkale ve İstanbul boğazlarını yine konjöktür izin verdi Fransa'da karışıklıklar var. Suriye'de halk Türkiye’ye bağlanmak istiyor. Halepte vesaire isyanlar başlamış. Tabii ömrü vefa etmedi Mustafa Kemal Atatürk'ün. Ama Hatay'ı Anavatana kattık. Mustafa Kemal'in politikasıyla meşhur sözü vardı: “40 asırlık Türk yurdu düşmanın eline bırakılamaz.” 39 derece ateşiyle çizmelerini, askeri kıyafetlerini giyip bölgede dolaşmıştı. Fırsatını bulduğumuz anda da bizim olanları yeniden aldık.”
ECEVİT’İN KONUŞMASI EFSANEDİR
Türkiye’nin savaş meydanlarında kazanıp masa başında kaybediyor sözlerinin doğru olmadığını ifade eden Koçak, “Kıbrıs Barış Harekatı 1974. 30 yıllık bir süreç var onun öncesinde. Fatin Rüştü Zorluların vesaire Kıbrıs'ta garantörlük haklarını alması var. Müdahale etme yetkisini biz orada aldık. Hani karışıklık çıkarsa, Türkiye müdahale edebilir diye. Zaten Türk Ordusunu Makarios davet ediyor, pek kimse bilmez bunu. Biz Kıbrıs’a öyle çıktık. Ecevit'in konuşması efsanedir. “Biz oraya savaş için değil barış için geldik. Türkler için değil Rumların barışı için de geldik” diye. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti yurtta sulh cihanda sulhu hala uyguluyor. Bir de haksızlık ederiz bizim Hariciyecilerimize. Onların hakkını teslim edelim. Bizim tarihçilerin de hatası.
‘Savaş meydanlarında kazanıyoruz masa başında kaybediyoruz’ falan deriz de masa başında pek biz kaybetmiyoruz.
Programın tamamını aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.