GÜNDEM

Bağırarak şarkı söylemek meselesi

Türk Müziğine yapılan en büyük haksızlıklardan, nezaketsizliklerden biri bağırarak şarkı söylemek.

Abone Ol

Çünkü bağırmak, şarkı söylemek değildir ki.

Hatta bırakın şarkı söylemeyi, duyguyu bile öldürür. Biz şarkı mı söylüyoruz, yoksa daha çok duyulma yarışına mı çıktık? Belki de çoğumuz yüksek sesle şarkı söyleyince daha çok alkış alacağız zannediyor. En büyük yanılgılardan biri de eserde kaybolmak dururken, eserin üzerine çıkmaya çalışmak. Oysa hissederek söylemek, şarkının içine girmek, bağırmaksa kapısını tekmelemektir. Şarkıyı yükselten şey sesin yüksekliği değil, duygunun doğruluğudur. Sesinizi dinleyenlere dayatmaya çalışmak hem esere haksızlıktır hem dinleyenin kulağına eziyet. Sahne, bir savaş alanı değildir. Zaten müzik kavgadan hiç hoşlanmaz. Naziktir, incinir, küser.

Türk Müziği bir kültürdür, bir zarafettir. Makamlardan usullere, kelimenin içindeki o minik duygu titreşimine kadar her detay emek ve özen ister. Asırlardır süzülüp gelen bu kadim mirası, kendi üslubunun dışında yorumlamak, toprağıyla bağını koparmak gibidir. Kendi içinde bir terbiyesi, bir mahremiyeti vardır. Bu yüzden bir eseri tanınmayacak hâle getirmek, yorumculuk falan değildir. Her beste, her güfte, bestecinin ve güfte şairinin hem alın teri hem de kalbinden dökülmüş bir imzadır. O imzaya saygı, o insanın artık aramızda olmayan ruhuna da duyulan hürmettir.

Gelelim yüksek ses meselesine. Notayı tutturacağım diye kendinizi zorlamaya ne gerek var?

Herkesten çok duyulmak zorunda değilsiniz. Müzik her zaman rekabeti değil uyumu sever. Ses yükseldikçe duygu çoğu zaman küçülür. Şarkı bağırarak değil, nüansla büyür. Gerçek yorumculuk; sessizliğin içinden, duygunun kıvrımlarından doğar. Bir şarkıyı bağırarak söylemek en kolayıdır.

Zor olan, kendinizi eserin terbiyesine teslim etmektir.

Nüansla büyütmek, kelimenin kalbine dokunmak, yerinde bir nefesle anlamı parlatmaktır. Lezzeti, bağırışta değil nüansın zarafetindedir. Bazen bir fısıltı, bin bağırıştan daha çok şey anlatır. Bazen bir nefeslik durak, bütün hikâyeyi değiştirir. Bazen kelimenin kenarında duran o minik titreşim, kalbi yerinden oynatır. Maharet sesi yükseltmekte değil duyguyu geçirmektedir.

Şarkıyı zorlarsanız kırılır.

Kelimelerin tadı kaçar, makam yorulur, müzik nefessiz kalır.

Sanat güneşi Zeki Müren’in, Yaşar Özel’in büyüklüğü işte buradan gelir. Bağırmadan, konuşur gibi, kelimeye emanet olur gibi söylerlerdi.

Onlar şarkıya hükmetmediler.

Şarkılara hakkını verdiler. Duygunun nabzına dokunarak, eserin ruhunu korudular ve nüansın değerini bildiler.Onlar şarkıyı konuşturdular.

Onlar şarkı söylediğinde kelimeler yüreklere işlerdi.

Bağırmaya ihtiyaç duymazlardı. Seslerinin yüksekliği ile değil duygularının derinliğiyle

Türkçeyi inci gibi dizerlerdi. Her kelimenin hakkını verir, her heceyi nüanslarla her makamı ruhla harmanlarlardı.

Müziğe, güfteye, besteye, makama, dinleyenlere duydukları derin saygılarıyla Zeki Müren zarafeti, Yaşar Özel ince söyleyişiyle hâlâ ruhumuza dokunuyorlar.

Sonuç olarak yüksek sesle şarkı söylemek alışkanlığınızdan bir an önce vazgeçin lütfen.Şarkı söylemek bağırmak değil, ruhun kapısını aralamaktır. Bir insan, şarkı söylerken dünyayı iyileştirebilir. Bu köklü geleneğin emanetçisi olarak, sesimizi yükseltmek istiyorsak, zorlayarak değil, duyguyu işleyerek var olmalıyız. Çünkü Türk Müziği bağıranı değil, kalbiyle söyleyeni ödüllendirir. Gerçek yorumculuk,

sesin yüksekliğinde değil, üslubun doğruluğundadır. Eseri tanınmaz hâle getirmeden

onun özünü koruyarak büyütebilmektir. Eserin gönlünü kırmadan var olabilmektir. Şarkı söylemek,

bir güç gösterisi değil bir teslimiyet sanatıdır. Bu mirası incitmeden, geleneği nezaketle onurlandırarak söylemektir. Asıl büyüklükte odur.